Çarşamba, Mart 02, 2011

Kitap: Sayfa 3


            Ev arkadasim Eysan’in spordan eve gelmesiyle kafami kendimi kaybettigim okumalarimdan kaldirdim. Saate baktigimda gozlerime inanamadim. Saat neredeyse oglen 3’e geliyordu ve daha yapmam gereken cok sey vardi. Ancak Eysan’i bugun icinde ilk defa gordugum icin, bana onceki aksami sorgulayici gozlerle bakmasi cok da sasirtici degildi. Her gunun basinda ve sonunda o gun yaptiklarimizi, akillimizdan ya da kalbimizden gecenleri, kafa karisikliklarimizi, asklarimizi, nefretlerimizi, kizginliklarimi ve akla gelebilecek tum duygularimizi birbirimizle paylasirdik. Dusunce tarzlarimiz hic uymasa da, birbirimiz icin hic de kotu dinleyiciler sayilmazdik. Akil da verirdik kimi zaman birbirimize ama hic bir zaman akli alan akli verenin dediklerini yapmazdi. Onceki aksam Eysan demisti ama ben yapmamistim mesela.
            Tam Eysan bir seyler diyecekti ki diyecekleri buyuk ihtimal onceki aksamla ilgili olacakti, spor yapmam gerektigini ve gunluk konusmamizi aksam balkonda keyifle yapabilecegimizi soyledim. Eysan’in da hosuna gitmisti bu fikir. Zaten balkonda cay ve atistirmaliklarla yapilan sohbetlerin tadi bir ayri oluyordu. Ben, spor kiyafetlerimi giyip, kosu icin disari ciktim. Apartmanin kapisinin onunde isinma hareketleri yaparken, bir yandan da Ipod’umda kirk bes dakikalik kosum icin sarki listesi haziladim. Sarkilari kosum boyunca beni zinde tutacak sekilde ayarlamaya calistim. Sarkilarin arasina en cok sevdigim sarkilardan biri olan, Teoman’in “Fahise” sarkisini da koydum. Diger sarkilarin arasinda ne kadar alakasiz kaldigini bilsem de, bu sarkinin uzerimde farkli bir etki yarattigina inaniyordum, ozellikle son zamanlarda. Sarkinin tum sozlerine baktigimda benimle cok da bagdasmiyordu aslinda ama bu sarki, kendimi sucladigim zamanlarda, baska bir gunah kecisi bulmama yardimci oluyordu. Bir anlamda, gunah cikartiyordum. Bazen gercekten inanmak istiyordum; hic bir seyin benimle alakasi olmadigina ve bu dunyanin fahise olduguna.
            Fahise sarkisini dinleyince, yine uzerimden gunahlarimi attim ve geri kalan kisminda kosumun, hep aklimdan her bir dersim icin yapmam gerekenleri gecirdim. Uzun suredir derslerimden o kadar uzakta kalmistim ki, toparlanmam gerekiyordu. Normalde, ders bile kacirmazdim. Onceki gun sabaha karsi yatmis olsam bile, iki saatlik uykuyla derslerime giderdim. Gitmemeyi hocalarima karsi yaptigim bir ayip, aileme karsi sorumsuzluk, onun otesinde kendime yaptigim bir haksizlik olarak degerlendirirdim. Ancak, beni bu kadar kendi anlayisimdan ve degerlerimden uzaklastiran dis faktorler degildi. Tam tersine, beni dagitan kendi kafam ve kafamin icindeki orumceklerdi. Kosu boyunca o orumceklerden nasil kurtulup eski bene nasil donebilirim diye dusundum cunku kosarken boyle dusuncelere karamsarlikla degil, butun enerjimle yaklasiyordum. Bazilari nasil dusunmek icin sahile gider, bazilari evin icinde yuruyup hali desenlerini takip eder, ben de kosuyordum. 
            Kosu sonrasinda eve gelip dusumu aldiktan sonra Eysan ile balkondaki sohbetimize basladik. Eysan, anlaticaklarimin bitmeyecegini anlamisti ki cayi demleyip yanina ikimizinde cok sevdigi ama kendimize sadece belirli zamanlarda odul olarak verdigimiz havuclu tarcinli kekten yapmisti. Arka fondan calan hafif muzik ve balkon...Her sey icimizi dokmemize cok musaitti. Kacincida oldugumuzu saymadan yudumladigimiz caylarimiz da, bizi her seferinde daha da derin bir sohbete sokuyordu. Belki de kim bilir, ikimizde icimizdekileri konusabilmek icin iciyorduk.

Cok mu Alakasiz? : Natalie Portman ve Fen Bilimi



Sarisinlar aptaldir gibi bir klisedir oyuncularin sadece guzellikleri ile olduklari yere geldikleri gorusu. Bazi durumlarda bunun kabuledilebilir oldugunu dusunsem de, bazi durumlar zamaninda agzimdan kagirdigim klise sozleri yutmama sebep oluyor. Iste o orneklerden biri de 2 gun once Oscar torenlerinde karni burnunda gordumuz 2011 yilinin en iyi oyuncusu Natalie Portman.

Natalie Portman, sadece bir oyuncu degilmis. O, aslinda bizim 12B fen sinifinin en akilli ogrencilerinden biriymis. Harvard Universitesi'nde noroloji egitimini 2003 yilinda tamamlayan Portman'in, kendisinin gelistirdigi ve patentinin de elinde bulundugu bir fen teknigi var. Daha fazla soze gerek bile duymuyorum ve her seyi bir arada yapabilen, akli ve dis guzelligi birlestiren insanlara sonsuz takdirlerimi bildiriyorum.

Keske herkes boyle olabilse. Herkes fen alaninda bir sey gelistirmek zorunda degil tabi ki ama en azindan kendini birden fazla alanda gelistirebilmeyi bilmeli diye dusunuyorum.

Detayli Bilgi Icin: http://www.nytimes.com/2011/03/01/science/01angier.html?ref=science

Blogspot ve Turkiye: Sustuklarin Buyur Icinde!

Dun itibariyle Turkiye'de Google'in bir servisi olan Blogspot'a erisim engellendi ama benim daha soyleyeceklerim var, dinleyeceklerim var, ogreneceklerim var, paylasacaklarim var. Bu yuzden, Turkiye'den bu yaziyi kimse okuyamamasina ragmen-tabiki farkli yollarla erisim saglayanlar disinda ki, onlarin ozgur dusunceye olan bagliliklarina hayranim-bu yaziyi yaziyorum.

Her anlamdaki ozgurlugumuzu kisitlayan bu akilalmaz dusunce ve yargi sistemine soruyorum: Nasil cevap vereceksiniz Turkiye'nin nasil bir yer oldugu sorusuna? Soyle cevaplar verebilirsiniz: Biz birazcik Cin gibiyiz, birazcik da Iran. Belki de kargasa sirasindaki Misir gibiyiz.

Ama bence kendimiz gibi olmayi ogrenmeliyiz. Sadece bir kosul ozgurlugumuze sansur getirebilir, o da insanlarin dinlememe hakkidir. Iste bu nedenle, ben kelimelerimi sustuklarimda degil, insanlarda buyutucem. Yeri geldiginde kendi kelimelerimi savunup, yeri geldiginde degistirmeyi de bilicem.

Kitap: Sayfa 2


            Kalkmadan onceki son sigarami icerken gecen kiza uzun sure baktim. Elinde iki tane kalin kitabi ve cok da buyuk olmayan siyah bir cantayla muhtemelen kulagindaki muzigin temposuyla yuruyordu. O sirada telefonu calan kiz, tam gorus hizamda durdu. Telefonunu birazcik cantasinda aradiktan sonra buldu. Arayani ordugunde yuzu guldu, hemen acti ve “Hi honey, how are you?” dedi. Arayan sevgilisiydi diye dusundum. Bes dakika icinde gelecegini soyledikten sonra telefonunu kapayan kiz, kulagindan telefonla konusmak icin cikardigi kulakligini tekrar takti ve yurumeye devam etti. Incecik bacaklarina siyah dar bir pantalon giyen kizin uzerinde hafiften icini gosteren beyaz bir tisort vardi. Bacaklari bu kadar ince olamaz dusuncesiyle ayakkabilarina baktim ama kizin ayaginda koyu yesil renk, duz bez ayakkabilar vardi.
            Sonra tepeden goz ucuyla yanlara doru yayilan bacaklarima baktim ve dun yanimda yatan adama acidim. Ve zararli oldugunu bile bile cok sevdigim icin yedigim patates kizartmalarina kizdim. Bir de her seferinde bir daha icmeyecegim deyip, her seferinde daha fazla icmeye devam ettigim kolaya. Ben bu dusuncelerle kafami ic karartici bacaklarimdan kaldirdirdigimda farkettim ki kiz coktan gitmisti. Dusuncelerim, duygularim ve en onemlisi hayal kirikliklarim zamanin icine sigdiramayacagi kadar agirdi ki bagacima bakisimla kafami havaya kaldirmam arasindaki zamani bile farkedemiyordum.
            Aniden ayaga firladim. Oyle bir hisimla kalktim ki, sanki kizin arkasindan kosacakmis gibi bir hava icerisindeydim. Yarim kalan sigara paketimi az ileride duran dilenciye verdim, iyi gunler diledim. Hafif nemli olan kisa sari saclarimi acip, kurumasi icin iki elimle gelisiguzel karistirdim. Evime kadar ayaklarimin altinda sanki bir yay varmiscasina yurudum. Evimin kapisinin kilidini yavasca cevirdim. Kendi evime terredutle girdigime inanamiyordum. Kimsenin evde olmadigini anlayinca, kapiyi geri sertce kapadim. Salonun perdesini sonuna kadar actim ve sabahin erken saatine aldirmadan icinde Frank Sinatra’nin ve cagdaslarinin yer aldigi eski yabanci muzik listesinin sesini sonuna kadar actim.
            Saatlerce sofradan kalmadan edecegim kahvaltimi hazirlamadan once cayin altini actim demlenmesi icin. Cay demlenirken, carsaflari calan muzigi mirildayrak cikardim ve camasir makinasina attim. Carsaflarla beraber gozumun onunde duran ve bana onceki aksami hatirlatbilecek her seyi de ortadan kaldirmis oldum. Bu duygunun verdigi keyifle, tavaya iki yumurta kirdim. Kisik ateste yumurtalari birakarak domates ve salataliklari soydum. Yesil zeytinleri buzdolabindan disari cikarip tek serit halinde dizebilecegim “s” harfi seklindeki tabaga yerlestirdim. En cok sevdigim ve kahvaltilarin vazgecilmezi peynirleri kahvalti tabagina yerlestirince huzurlu kahvaltima baslamaya hazirdim. Cayim ve yumurtami alip sofraya oturdugumda kendimi Turkiye’deymis gibi hissetim. Kizarmis ekmegimi yumurtanin sarisina bana bana yerken, kendimi daha da evdeymis gibi hissettim.
            Kahvalti ederken hep dizustu bilgisayari karsisinda alirdim. Benim icin gazeteleri kahvalti ederken karistirmak vir aliskanlikti. Uzakta da olsa olabildigince Turkiye’de olanlari takip etmeye calisiyordum; bunu nedenini aciklayamadigim bir sekilde sorumluluk olarak goruyordum. Okudukca kendime bir seyler kattigima inaniyordum ve bu beni hayatta tek istedigim meslekte yer almak icin daha da heyecanlandiriyordu. Onun disin da, keyif de aliyordum okumaktan. Hatta oyle bir keyif almakti ki bu, kahvaltim bitse de hep daha fazla oturmus bulurdum kendimi sofrada. Yine aynisi oldu.