Pazartesi, Şubat 28, 2011

Kitap: Sayfa 1


            Uzun suredir yasadigim Pazar sabahlarinda oldugu gibi yine bas agrisiyla uyandim.  Saatimin calan alarmini susturmadan gozlerim yari acik halde bas ucumdaki ilac kutusuna uzandim. Iki tane agri kesiciyi kafami tam kaldirmadan dilimin uzerine yerletirip, basucumda belki de uc gundur duran suyla yuttum.
            Alarmimi susturduktan sonra uzun bir sure yatakta kaldim. Zaten uzun suredir duzensiz giden hayatimi bir saat alarmi ile duzene sokamayacagimi ben de farkindaydim. Alarmin iki uc tekrarindan sonra, sanki yeni bir sey farketmisim gibi kendimi yataktan firlattim. Yuzumu yikamadan onceki aksamdan kalan, yarisi akmis goz makyajimi karanlikta sildim. Isiklari acmak hic mi hic istemedim. Yuzumu yikadim ve o sirada aynada ters donmus sonsuzluk kolyeme gozum takildi. Hemen duzunu cevirdim. Nasil ters kiyafet birakilmaz ugursuzluk getirir diye inananlar vardir, ben de aynen ole bu kolyeye ve bana getirdigi ugura cok inanmistim.
            Kendimi hemen sokaklara atmak istiyordum. Bu ev ne kadar benim olsa bile benim degilmis gibiydi. Bu nedenle kafami lavaboya egdim ve onceki aksamin tum izlerini, yagdan tel tel olmus saclarimin arasindan akittim. Islak saclarimi iyice gerdirerek arkadan kucuk bir at kuyrugu yaptim. Kapinin arkasinda duran siyah pantolunu uzerime sessizce gecirdim. Acik cekmecemden beyaz klasik bir tisort aldim. Once bir kokladim ama cok kotu kokmuyordu. Demek ki en fazla iki uc kere giymistim.
            Cuzdanimdan sadece kredi kartimi alip pantolonumun arka cebine yerlestirdim. Kapi gicirdamasin diye hizlica actim sonra bir an arkami donup odaya baktim; ama hemen kafasimi geri cevirdim. Onceki aksamdan kalan bos kirmizi sarap siselerini biriktirdigim icki siseleri koleksiyonuma ekledim. Normalde titiz bir insan olsam da, kirli kadehleri sudan gecirmeden bulasik makinasina koydum. Koltugun uzerinde duran koyu gri hirkami ativerdim uzerime. Spor ayakkabilarimi kapinin hemen yaninda duran ayakkabiliktan elime aldigim ve kendimi tam da bu evden kurtulacakmis gibi hissederken gozum hemen kapinin onunde biri ters sekilde duran, tahminimce 45 veya 46 numara olan ayakkabilara ilisti. Ayni anda iceriden bir ses geldi: “Hey Calia!” Aldirmadim. Duymamazliktan geldim. Nasil olsa gercek adim bu degildi.
            Disari cikinca, havanin hafif serinligi icimi urpertti. Soguktan hincimi alirmiscasina hizli adimlarla evimin oldugu 15. Sokaktan uzaklastim. “Kendi evim mi acaba?” sorusunu her gun daha da cok sormaya basladigim bugunlerde evimden uzaklasmak iyi geliyordu aslinda. Ama boyle soylemek kendimi o kadar yargilamama sebep oluyordu ki kendi dusuncelerimden kaciyordum. Bir an aklima gelen ve kendimden belki de nefret etmemi saglayacak dusunceleri gecen trenin hiziyla olusturdugu ruzgara teslim ettim ve yurumeye devam ettim.
            Markete ugrayip sigarayla beraber en ucuzundan bir cakmak aldim. Hemen marketin yaninda olan Starbucks’a girdim. Her zamanki gibi “Latte”mi aldim ve disaridaki masalardan birine oturdum. Sabahin o saatinde cok fazla insan gecmesede yarim paket sigaram bitene kadar gecen insanlari seyretmekten sikilmadim. Tam aksine insanlari izlemekten farkli bir keyif aldigimi farkettim. Insanlari tanimadan onlara karakterler bicmek, onlari kendi istedigim gibi gormek her zaman hosuma giderdi. Kendime de aynada bakip aynisini yapiyordum. Tanimadigim birine sekil veriyordum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder